29 Mayıs 2020’de Yeşiller Partisi eşsözcüleri Koray D. Urbarlı ve Emine Özkan’la röportaj yapma şansını elde ettim. Bu röportajda Yeşiller Partisi’nin kurulma motivasyonu, gelecek planları, ve Türkiye’de yeşiller hareketinin karşılaştığı zorlukları ele aldık.
Yeşiller Partisi 2020’de kurulan bir parti olmasına rağmen, Yeşiller Hareketi Türkiye’de geçmişi olan bir hareket. Pek çok kez kurulan ve kapatılan Yeşiller Partilerinden sonra 2020’de bu partiyi kurarken sizin motivasyonunuz neydi?
“Biz çıkış manifestomuzda ‘Evimiz yanıyor! Bu yangını söndüreceğiz!’ diye bir sloganla çıktık. Bu slogan hem küresel iklim krizine referans veren, hem de aynı zamanda Türkiye’deki yerel sorunlara – ekonomik kriz veya toplumsal krize- referans veren bir slogan.”
Koray d. Urbarlı
Koray D. Urbarlı : “Dediğiniz gibi aslında Yeşiller Hareketi Türkiye’de oldukça eski bir hareket. Neredeyse 12 Eylül Darbesinden sonra çıktığı söylenebilir. 1980’lerin ortasında ortaya çıkıyor ve 1988’de ilk Yeşiller Partisi kuruluyor. 1994’e kadar hayatını devam ettirebiliyor ve 1994 de ekonomik sebeplerden dolayı Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılıyor. 1994 ile 2000 arasında bir boşluk var, aslında bir dönem boşluğu var, çevre hareketinin siyasi hareketlerden sivil topluma kaymasıyla alakalı bir boşluk var. 2000’ler başında Yeşiller Hareketinin parti düzeyinde temsil edilmesi fikri tekrardan ortaya çıkıyor ve 2008’de ikinci Yeşiller Partisi kuruluyor. O da 2012 de Eşitlik ve Demokrasi Partisi ile birleşip başka bir parti haline geliyor, yani kapanma ile son bulmuyor ve birleşme ile şekil değiştiriyor. Ordan 2016’da ayrılan üyeler birleşince bir topluluk oluşmaya başlıyor. İlk önce yeşil siyaset platformu, sonra yeşiller meclisi ve en sonunda Yeşiller Partisi olarak aslında farklı düzeylerde farklı isimlerle aynı grubun kendini temsil etmesiyle ortaya çıktı diyebilirim. Bu üçüncü Yeşiller Partisi, geçmiş partilerle alakası bir taraftan var, bir taraftan da yok. Üyeleri olanlar var, üyeleri olmayanlar var fakat yepyeni bir kadroyla kuruldu diyebilirim.
Bu partiyi kurarkenki motivasyon aslında ilk partilerin kurulma motivasyonundan biraz daha farklı; ilk parti çevre hareketlerinin ortaya çıkmasıyla doğmuş bir partiydi, ikinci parti daha çok Türkiye’nin Avrupa Birliği ilişkileri ile ortaya çıkan bir partiydi. Üçüncü parti, yani içinde bulunduğumuz, Emine ve benim eş sözcülüğünü yaptığımız partinin kuruluş motivasyonu ise aslında iklim krizinin artık yarına atılamayacak kadar acil bir problem oluşu ve buna karşı bir hareke geçme gerekliliği. Tabi bu küresel bir sebep; biz çıkış manifestomuzda “Evimiz yanıyor! Bu yangını söndüreceğiz!” diye bir sloganla çıktık. Bu slogan hem küresel iklim krizine referans veren, hem de aynı zamanda Türkiye’deki yerel sorunlara – ekonomik kriz veya toplumsal krize- referans veren bir slogan. Bizim hep bir “üçlü kriz” tanımlamamız var: ekolojik, ekonomik, ve toplumsal. Bu krizlerin daha fazla ertelenemeyeceği ve bu üçlü krize yeşil perspektifte çözüm bulunabileceğini düşündüğümüz için bu partiyi kurduk diyebilirim.”
Kimlik siyaseti yerine ilkeler siyaseti yapmayı benimseyen bir parti olarak, yeşil ilkeleri 10 başlık altında topladınız. Rica etsem, bu ilkeleri kısaca açıklayıp, ülkemizdeki uygulanabilirliğiyle ilgili konuşabilir misiniz?
Emine Özkan: “Değerleri ön plana çıkararak ve değerler üzerine bir tartışma yapmayı her zaman önemsediğimizi düşündüğümüzde, ortaya çıkan yeşil ilkelerin bugünkü Yeşiller Partisi’nin Türkiye’de siyaset yapmakla ilgili pusulasını oluşturduğu söylemek mümkün. Ilkeleri tanımlamadan önce, yeşilleri ‘Nasıl bir siyasi harekettir?’ diye düşünürsek az önce bahsettiğimiz üçlü krize, adalet bağlamında – çevre adaleti, iklim adaleti, sosyal adalet, ve ekonomik adalet – diyebileceğimiz kavramların gerekliliği üzerine bir arayıştır. Bu arayışı biz tek başına bir ekonomik adalet arayışından ibaret görmüyoruz, ve bunun gerçekçi olduğuna da inanmıyoruz. Dolayısıyla ekonomik, sosyal, ve çevresel adaletin bir arada gelebileceğini, gelmesi gerektiğini düşünen ve bu üç ayağa da çok önem veren bir siyasi hareketiz. Bundan dolayı, ortaya koyduğumuz on ilke de bu üç alandaki adalet tanımını ortaya koyabilmek için bize yol açıcı bir rehber görevi görüyor. Şunu da söylemek lazım, bu on ilke partiyi kurmadan önce toplanıp ‘bu ilkeleri hazırlayalım’ gibi bir yerden doğmadı. Türkiye’de yeşillerin tarihçesi 80’lere dayanıyor, dünyada farklı ülkelerde yeşiller var, ve baktığımızda yeşiller partilerinin siyasi olarak temsiliyeti farklı şekilde tezahür etse de ilkesel olarak ortaklaştığımız çok fazla şey de var. Yani hem Türkiye’de var olmuş yeşiller partileri hem de dünyanın farklı yerindeki bu partiler çoğu zaman bu ilkeleri paylaşıyor, fakat elbette mevcut ülkelerin kendi siyasi konjekturlerine, kurumsal ihtiyaclarina gore de bu ilkeler şekillenebiliyorlar.
Biz bu 10 ilkeye geçmiş yeşiller partilerinden dolayı sahiptik ama eklediğimiz, şekillendirdiğimiz şeyler oldu. Zaman değişiyor ve bu değişim beraberinde fırsatları ve riskleri de getiriyor ve aynı zamanda ortaya konulan riskler ve sorunlar bağlamında sahip olduğunuz ve tutunduğunuz ideolojilerden fazlası gerekiyor. Bu ideolojilerin de değişip dönüşmesini gerekiyor. O yüzden biz oturup bu ilkeleri tartışırken bugünun ihtiyaçları doğrultusunda hepsini yeniden yorumlama ihtiyacı hissettik. Şunu da eklemek lazım, bu ilkeler çok demokratik bir sürecin ürünü olarak şekillendi, yani partinin kurucu üyeleri arasında yer alan herkes bütün ilkelerin üstünden tartışarak bu on ilkeyi bir araya getirdi. Dolayısıyla on ilkeden biri olan ‘iklim kriziyle mücadele’ 2020’de eklenen bir ilke oldu.
Bir diğer örnek, ‘şiddetsizlik’, mesela, yeşiller için önemli bir ilkedir. Biz yine gelişen siyasi konjonktüre baktığımızda ‘barış’ kelimesini bu ilkeye ekleme ihtiyacı hissettik. Kutuplaşmış ve diyalogdan uzaklaşan, gittikçe otoriterleşen Türkiye’de barış içinde bir diyalog, şiddetten arınmış bir dil ve yaklaşım siyasette kalmadı. Bunun çok gündelik örneklerini bile verebiliriz. Daha iki gün önce Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kürsüden İyi Parti lideri Meral Akşener’i tehdit eden sözlerini ve uygulanan siddeti meşrulaştırdığı bir söylemini dinledik ve bunun benzeri bir çok örneği yaşıyoruz. O yüzden ilkesel duruşumuza biz şiddestizliğin yanı sıra barışı da ekleyerek orayı geliştirdik. Uygulanabilirligi dediğimiz noktaya burdan değinebiliriz. Bunun yanı sıra, ‘yeşiller algısı’ ekolojiyle çok içleştirilip bizi sadece çevreyi korumak için siyaset yapan bir pozisyona da itebilir, tematik bir parti olarak algılanma riskimiz var. Fakat ilkelere yine dönüp baktığımızda ‘çoğulculuk, adil paylaşım, yerel demokrasi ve yerelleşme, özgürlük, toplumsal cinsiyet eşitliği’ gibi ilkelerimiz aslında sosyal adalet ve insan haklarının korunmasına dair çok fazla zengin bir içeriğe sahip. Yeşiller olarak tematik bir parti olmanın ötesinde insan haklarının ve çevre haklarını savunan ve aslında toplumsal adaletin sağlanmasıyla ilgili de ciddi radikal politik önerileri olan bir parti olmamızla ilgili bir referansı var.
Son olarak, on ilkeden bir tanesi ‘doğaya uyum’. Bu ilke de aslında şuradan kurabileceğimiz bir bağlantı; biz çevresel, ekonomik, ve sosyal adaletin sağlanması ve bunların bir arada sağlanması sürecinde insanın doğayla uyumlu bir yaşam biçimini benimsemesinin esas olduğuna inanıyoruz ama bu günümüzde maalesef bu durum bireye indirgenmiş durumda. ‘Türkiye’de karşılığı nedir?’ dediğimizde bireylerin tek başına yapması gereken ve hayatını dönüştürmesi ile ilişkilendirilen bir yerde duruyor ama biz bunu bir siyasi parti olarak oraya koyduğumuzda şunu söylüyoruz: Doğaya uyum aslında radikal politik adımları gerektir, bunu yapması gerekenler de siyasilerdir. Yalnızca bir insanın kendi yaşam pratiklerini dönüştürmesinden ibaret göremeyiz bu süreci. Küresel mücadele de ilkelerden bir tanesi. Bugun baktığımızda Türkiye’nin giderek küresel sorunların çözümlerinden kendisini geri çektiğini ve daha tekil eylemlerin içine girmek gibi bir siyasi eylem planının içinde bulunduğunu görüyoruz. Somut örnekleri İstanbul Sözleşmesinden çekilmek, veya çevre meseleleri ile ilgili küresel mücadeleyi var eden Paris Antlaşmasını imzalamak gibi. Bütün bunlar aslında bu ilkenin Türkiye siyasetinde başarmanın zor olduğunu ama aslında ne kadar gerekli oldugunu gosteren ornekler.”
Yeşiller Partisinin, sosyal, ekonomik ve çevresel sorunların birbirleriyle derinden ilişkili olduğuna inanan bir parti olduğundan bahsettiniz. Bu ideoloji doğrultusunda, Yeşiller Partisi’nin gelecekteki planlarından da bahsedebilir misiniz?
Koray D. Urbarlı: “Bıraktığınız yerden devam ederek ‘tematik parti olmayı’ bununla bağlandırabiliriz çünkü Yeşiller’i tematik parti olarak görmek yapılabilecek en kolay yöntem. Fakat, çevresel sorunların da aslında sadece çevreyle alakalı olmadığını düşünürsek, şuan yaşadığımız bu üçlü krizin “tematik” olma durumundan çok daha öte oldugunu anlayabiliriz. Bu sorunların birbiriyle derinden ilişkili olduğuna inanıyoruz ve artık çok net tezahürleri olduğunu görmekteyiz.
Gelecekteki planlarımızdan bahsederken mesela biz 2020 Eylül ayında bu belgeleri verirken, ilke ve politikalarımızı tartışırken bizim kafamızda olan pek çok sorunun şuan konuşulmadığını ve konuşulmama sebeplerinin sorunların ortadan kalkması değil, yepyeni sorunlarının ortaya çıkması olduğunu gördük. Örnek olarak, yavaş yavaş gündeme gelen ve suan gündemimizin odak noktasında olması gereken müsilaj sorunu var. Şuan Marmara Denizi ölmüş durumda, daha doğrusu can çekişiyor, ve bu sorunu ele aldığımızda pek cok önerme ile karşılaşıyoruz. Bu bir çevresel sorun, ama aynı zamanda ekonomik bir sorun çünkü bütün sanayisini cevresinde toplayan bir denizin hic bir arıtmaya hiçbir temizliğe ihtiyaç duymadan yaşamını devam ettirmesi lazım. Aynı zamanda bu sosyal bir sorun, çünkü hem bir denizi bu halde görmek bir sosyal problemdir hem de denizin bu hale gelmesinin yaratacağı problemler (turizm, balıkçılık) sosyal, ekonomik ve çevresel bir problem arz ediyor. Nasıl ki iklim değişikliğinin etkilerini konuştuğumuzda bir noktadan sonra mutlaka iklim mültecilerine lafı getiriyorsak ve bu problemi dillendirip bunun ekonomik ve sosyal yanlarını tartışıyorsak, aslında her problemde bu üç ayağı bulabiliriz demektir.”
Koray D. Urbarlı: “Bir diğer konu ise fosil yakıtların yerin altında bırakılması. Fosil yakıtların yerin altında bırakılması gerekiyor ve bizim fosil yakıta dayalı ekonomiden vazgeçip ekonomimizi yenilenebilir enerjiye yöneltmemiz gerekiyor. Bu sorunu anlattığımızda insanların aklına doğrudan işsizlik gibi ekonomik problemler geliyor, ve bu da sosyal problemleri doğuruyor. Belki Türkiye’de biz bunu yaşamadık ama Avrupa’da Fransa ve Almanya’nın ortasındaki kömür madenleri bölgesi veya İngiltere’nin kuzeyindeki madenlerin boşalması , oradaki insanların işsiz kalmaları, ordaki ekonomik yasamın yanı sıra toplumsal yaşamı da öldürdü.Bu perspektiften bakıldığında, bizim herhangi bir soruna tek odaklı bakmak gibi bir imkanımız yok. Burdan aslında ‘tematik’ olan partinin biz olmadığı, diğer partilerin oldugu sonuca varıyoruz. Bir sorunun üç odağını birden görmeden, sadece ekonomik kısmını görerek yaklaşmak ve çevreyi bir şekilde maliyeti sıfır olan, kendini yenileyebilecek olan ve bu anlamda herhangi bir müdahale gerektirmeyen bir alan olarak gören partilerin daha tematik olduğunu düşünüyorum. Bu noktada sahip oldugumuz ideolojik bakış açısının gelecekte mutlaka insanlığın değerlendirmesi gereken bir bakış olduğunu düşünüyorum. Çünkü içinde bulunduğumuz iklim krizinin aciliyeti, Greta’nın ‘Panik yapmayızı istiyorum!’ lafını göz önünde bulunduralım mesela, bizi ya bu üç ayağın hepsini, ya da hiç birini kurtaramayacağımız bir noktaya getiriyor.”
Son olarak, okuduğum bir yazıda partinin resmi kuruluşunun bilinçli olarak İçişleri Bakanlığı tarafından geciktirildiği ve tüzel kişilik kazanmanıza engel olunduğu açıklanmıştı. Bu gibi durumlar ve Türkiye’deki siyasi atmosferi göz önünde bulundurduğumuzda politik faaliyetleriniz için en büyük sorunu ne olarak görüyorsunuz?
Emine Özkan: “Bu soruda önümüzdeki engelleri değerlendirirken bir önceki sorudan daha farklı bir durumla karşı karşıyayız, bir bürokratik engel söz konusu. Bunun tabiki bizim siyaset yapma şeklimize ve siyaset yaparken yürüdüğümüz yolda karşılaştığımız zorluklara ciddi bir etkisi olduğunu düşünüyorum. Şunu söyleyerek başlamak lazım; biz 21 Eylül’de partinin resmi kuruluş evraklarını teslim ederken aklımıza gelebilecek en son şey kurulmamızda böyle bir sorun olacağıydı. Sekiz aydır bu belgerinin kontrolünün sürdüğü İçişleri Bakanlığı tarafından söyleniyor ama o kontrolü tamamlayıp bizim anayasal hakkımız olan tüzel kişilik kazanmamızı engelliyorlar. Bu bürokratik sorunun bize getirdigi bir risk var, o da aslında tüzel kişilik kazanamadığımız için partinin yapabilecegi bir çok şeyi yapamaz hale geliyoruz. İnsanları üye olarak kabul etmek, aidat toplamak gibi…
“Biz aslında partimizi kuruldu olarak görüyoruz fakat bürokratik olarak bu partinin sürecini işleten bir devlet mekanizması işlemiyor. Yani bu aslında bence böyle değerlendirmesi daha anlamlı olan bir durum.”
– Emıne ozkan
Ama bizler siyasi partimizi kurduğumuzu biliyoruz, çünkü İçişleri Bakanlığının bu partiyi kurmaya izin vermeme gibi bir yetkisi yok. Biz aslında partimizi kuruldu olarak görüyoruz fakat bürokratik olarak bu partinin sürecini işleten bir devlet mekanizması işlemiyor. Yani bu aslında bence böyle değerlendirmesi daha anlamlı olan bir durum. Bu sebeple 21 Eylül’den itibaren ilgili yapılarımızla -eşsözcüler, PM, tüzük – ve bizim bu yolda yürürken elimizde rehber olacak bütün elementlerle biz bu siyaseti yapıyoruz ve yapmaya da devam edeceğiz. Bahsedilmesi gereken bir risk, seçimler yaklaşırken Yeşiller Partisi olarak biz seçimlerde yer alıp, yeşil politikalar içeren diyaloglar başlatmayı önemsiyoruz. Bu yüzden, seçim sürecini bir parti olarak deneyimlemek bizim için oldukça önemli. Bu yaşadığımız problem, bizi bu açıdan stratejik düşünmeye zorluyor : partinin resmi kurulusu gerçekleşmez ise seçim döneminde nasıl davranacağız? Bunları da hesaplıyoruz, ve olasılıkları değerlendiriyoruz.
Onun dışında partinin bugüne kadar var ettiği ve bundan sonra var etmeye çalışacağı, yapacağı bütün siyasi hamleler ve ortaya koydugu politikalar bu resmi kuruluş sürecindeki engellerden bağımsız olarak devam ettirilecektir. Örgütlenme resmi olarak zor olsa bile, insanlar akın akın partimize üye olabilmek, destekçisi olabilmek, gönüllüsü olabilmek için aramıza katılıyorlar dolayısıyla biz kendi benliğimizi İçişleri Bakanlığının bir odasından ibaret göremiyoruz. Bu sorun doğrultusunda işleyen bir hukuki sürecimiz var ve bu sürecin bu engelleri aşmakla ilgili bize destek olabilecek en önemli mekanizma olduğunu biliyoruz.”
Yeşiller Partisi ile ilgili gelişmeleri takip etmek için buraya tıklayabilirsiniz. Yeşiller Partisi’ni Twitter ve Facebook üzerinden takip edebilirsiniz.
[…] For the Turkish version of the interview, click here. […]